904238568841611532
top of page
134.jpg

Astro Başlangıç Paketi ..
Nereden başlayacağını bilemeyenler için.
Detayları öğrenmek için tıkla. 

Astrolog Mine Cürmen ile

Hep Daha Fazlası Derken Kendinden Ne Eksiltiyorsun?

  • Yazarın fotoğrafı: Uzman Psikolog Gizem Çetin
    Uzman Psikolog Gizem Çetin
  • 23 Ağu
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 29 Ağu


ree

Hepimiz bir yerlere yetişiyoruz. Sabah işe, akşam randevuya, hafta sonu etkinliğe, sosyal medyada ise başkalarının hızına. O kadar çok koşuyoruz ki durup nefes almayı unuttuk. Sanki durduğumuz an geride kalacağız, bir şeyleri kaçıracağız, hayatın hızına yetişemeyen kaybedecek gibi. Ama aslında kaybettiğimiz şey, yetişmeye çalıştığımız o hayatın kendisi.


Modern dünyanın en görünmez baskısı sürekli işe yarayan biri olmak. Hep bir başarı, bir unvan, bir statü, bir kazanım peşindeyiz. Sosyal medyada gördüğümüz hayatlarla kendimizi kıyasladıkça yetersizlik hissi büyüyor. O fotoğrafın altına yazılan satır kadar mutlu değilsek, o kariyer başarısı bizde yoksa, o tatile çıkamıyorsak sanki hayatı yaşamıyormuşuz gibi. Halbuki bu duygu bize ait değil, bize öğretilmiş bir his. Yetersiz hisseden biz değiliz; bize hep daha fazlasını dayatan bir düzenin içinde nefes almaya çalışan biz varız.


Sürekli üretmek, sürekli kazanmak, sürekli görünür olmak zorundaymışız gibi. Oysa insanın ihtiyacı bunlar değil. İnsan, çoğu zaman sadece olmaya ihtiyaç duyar. Yanında kendini değerli hissettiren biriyle oturup kahve içmek, bir akşamüstü gün batımını izlemek, sessiz bir odada kendi düşünceleriyle kalabilmek belki de en derin ihtiyaçlarımızdan biri. Ama biz, işe yarar olmayı insan olmanın önüne koyduk.


Peki neden böyle hissediyoruz? Çünkü değerimizi dışarıdan ölçmeye alıştık. Çocukluğumuzdan beri bize verilen mesaj hep aynıydı: başarılı olursan sevilirsin, iyi olursan takdir edilirsin, bir şey elde edersen değer kazanırsın. Küçük yaşta aldığımız karne notları, öğretmenlerin söylediği aferinler, ailemizin beklentileri bize sessizce şunu öğretti: olduğun kişi yetmez, daha iyisini yapmalısın.


Bu öğrenilmiş duygu büyüdükçe sadece okulda kalmadı. İş yerinde daha iyi bir pozisyon, sosyal çevrede daha çok beğeni, ilişkilerde daha çok takdir beklentisiyle devam etti. Bir noktadan sonra da başarıyla değer arasındaki çizgiyi ayırt edemez hale geldik. İşte tam da bu yüzden, hiçbir şey yapmadığımızda kendimizi boş hissediyoruz. Dinlenmek, üretmemek, durmak bize suçluluk veriyor. Çünkü zihnimiz çalışmazsam değerim azalır yanılgısıyla büyüdü.


Sosyal medyanın da bu duyguya benzin döktüğünü unutmamak lazım. Bir başkasının paylaştığı mutlu an, bizim sıradan günümüzü eksik hissettiriyor. Başkasının kazandığı başarı, kendi yolculuğumuzu yavaşlatıyor gibi geliyor. Oysa gördüğümüz şey sadece bir vitrin. İçinde ne kadar yalnızlık, kaç tane başarısızlık, ne kadar kırgınlık saklandığını bilmiyoruz. Ama kıyasladıkça yetersizlik büyüyor, büyüdükçe de hızlanmaya çalışıyoruz.


Kısacası biz aslında başarının peşinde değiliz, sevilmenin peşindeyiz. Takdir edilmenin, değer görmenin, yeterlisin denmesinin peşindeyiz. Ama bunu hep yanlış yerde arıyoruz. Dışarıda aradıkça içimiz daha da boşalıyor, koşuştukça kendimize daha da uzaklaşıyoruz.


Oysa insanın en çok ihtiyacı olan şey başarı değil, huzurdur. Statü değil, anlamdır. Kazanç değil, bağdır. Bizim gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şey, kendimizi değerli hissettirecek bir unvan değil, olduğumuz halimizle kabul görmek. Bir insanın yanında susabildiğimiz halde huzurlu hissetmek, kendi iç sesimizi duyabildiğimiz bir alan yaratmak, küçük şeylerin aslında ne kadar büyük olduğunu fark edebilmek.


Bunu nasıl yapabiliriz? Öncelikle kendimize durma izni vererek. Bir gün hiçbir şey yapmadığımızda bile “bugün boşa geçti” demek yerine, o günün bize dinlenme ve yeniden başlama hakkı tanıdığını kabul ederek. Çoğu zaman insanlar terapi odasında “hiçbir şey yapmadım” derken suçluluk duyar. Ama aslında o hiçbir şey, insanın zihnini onaran en büyük şeydir.


Bir diğer adım, hayatımızı sürekli başkalarının ölçü birimiyle değil, kendi iç pusulamızla tartmaktır. Bir başarıya ulaştığında gerçekten senin ruhunu besliyor mu, yoksa sadece dışarıdan takdir topluyor diye mi yapıyorsun? Bu soruyu kendine sormak, birçok gereksiz yükü üzerinden alır. Çünkü çoğu zaman koşturduğumuz şey aslında bizim olmayan bir ihtiyaçtır.


Ayrıca fark etmek gerekiyor ki, değer görmek için sürekli üretmek zorunda değiliz. Günün bir saatini, kimseyle paylaşmadan, kimseye açıklama yapmadan, sadece kendi keyfine göre geçirmek. Bu bazen bir kahve içmek olur, bazen bir film izlemek, bazen sadece pencerenin önünde oturmak. İlk başta “boş” gibi gelecek ama bir süre sonra göreceksin ki bu “boşluk” senin yeniden dolmana alan açıyor.


Ve en önemlisi, kendi iç konuşmamızı değiştirmek. “Daha fazla yapmalısın, daha başarılı olmalısın” cümlelerinin yerine “şu an olduğun halinle de iyisin” diyebilmek. Bu cümle kulağa basit geliyor ama içselleştirildiğinde en büyük dönüşüm buradan başlıyor. Çünkü insanın asıl ihtiyacı başkalarından değil, kendi içinden duyduğu kabuldür.


Kısacası, yavaşlamak sadece hayatın hızını kesmek değil, kendimize yeniden bakabilmektir. Başarı peşinde koşarken gözden kaçırdığımız şey, insan olduğumuz gerçeğidir. Ve insan, olduğunda da değerlidir.

Yorumlar


bottom of page